Bu yazımda Nobel ödüllü, Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez'in Kırmızı Pazartesi eseri üzerine bir incelemede bulunacağım. Kısa ama oldukça etkili bir kitap olduğunu düşünüyorum. Hikâye, içinde bulunduğu dönemin toplumuna dair eleştiriler içeriyor. Ama kitabı okumayı bitirdikten ve üzerine biraz düşündükten sonra anladım ki eleştiri yalnızca bir toplum üzerine değildi. İnsanlığın ortak sorunuydu. Belki de bu yüzden, Nobel'e layık görülmüş bir yazarın eseriydi. Kitap üzerine spoiller vermek gibi bir kaygı taşımıyorum. Tabii ki okumayanlar için dikkatli olacağım. Ama kitap zaten ne yaşanacağı hakkında bizi bilgilendiriyor. Aslında kitabın bu kadar ekleyici olmasının temel nedenlerinden biride budur. Herkes ne olacağını çok iyi biliyor ama kimse müdahale etmiyor. İşte bu yüzden Kırmızı Pazartesi dediğimiz zaman, kader, toplum ve cinayet akıllara geliyor. Esere geçmeden önce kısaca yazara değinmek istiyorum.
Gabriel Garcia Marquez
Dünyaca ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez, 1928'de Kolombiya'nın Aracataca kentinde dünyaya gelmiştir. Uzun yıllar gazetecilik yapmış ve aynı dönemde çeşitli öyküler kaleme almıştır. Çok fazla sayıda eserleri olsa da en sevilen ve bilinen eserlerine örnek olarak, Yüzyıllık Yalnızlık, Kolera Günlerinde Aşk, Albaya Mektup Yok ve Kırmızı Pazartesi gösterilebilir. 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür. Yazar 2014 yılında Meksika'da hayata gözlerini yummuştur. Arkasında çok fazla değerli eser bırakmıştır. En önemlisi Latin edebiyatının öncülerinden olarak çağdaş edebiyata değerli katkılar sunmuştur. Marquez, kendisiyle özdeşleşmiş büyülü gerçekçilik akımının öncüllerindendir. Yazar ve eserlerinin daha iyi anlaşılması için gelin birazda bundan bahsetmek istiyorum.
Büyülü Gerçekçilik Akımı
Bu edebi akım genel olarak, normal hayat içerisinde yaşamış olduğumuz akışta olan olaylar ile büyülü diyebileceğimiz durumların birbiri ile entegre edilmiş bir şekilde, eserlerde olağan bir şeymiş gibi konu edilmesidir. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, diyelim ki bizim günlük hayatımızda yaşamış olduğumuz sıradan bir durum eserde öyle bir şekilde anlatılır ki biz böyle bir şey olmayacağını bildiğimiz halde olay içindeki evrendeki bireylere çok normalmiş gibi gelebilir. Çoğumuz belki bunu absürt olarak nitelendirebilir. Aslında aynı şey değildir. Absürtte biraz anlamsızlık durumu olabilir. Büyülü gerçekçilikte ise algıladığımızdan farklı bir gerçeklik söz konusudur. Marquez bunu eserlerinde çok güzel yansıtır. Mesala genel olarak işlediği konular, kadersel olayların bilinirliği ve değiştirilemezliği, kabul edilen kehanetler, zaman kavramının geçmiş ve gelecek ile iç içe geçmiş bir şekilde anlatılması. Yazarın en iyi eserlerinden olan Yüzyıllık Yalnızlık büyülü gerçekçiliğin en belirgin kullanıldığı eseridir. Örneğin normal hayatta bir karakterin göğe yükselmesini biz garip karşılasak' ta büyülü gerçekçilikteki eserlerde bulunan halk bunu çok sıradan bir olaymış gibi görebilirler..
Büyülü gerçekçilik her ne kadar Marquez ile ün kazanmış olsa dahi, Latin Amerika'da yirminci yüzyılın başlarında temeli atılmıştır. Dünya çapında sadece Latin Amerika'da değil örneğin Türkiye'de de Orhan Pamuk'un Beyaz Kale ve Benim Adım Kırmızı eserleri büyülü gerçekçiliğin yer aldığı eserlerdir.
Kırmızı Pazartesi de yer alan büyülü gerçekçilik ise herkesin yaşanacağını bildiği bir cinayeti kimsenin engel olmak için bir şey yapmaması olarak açıklayabiliriz. Yine zamansal iç içe geçmişlik bu eserde de var. Kadersel ve kehanetsel inanışlar var. Herkes cinayeti bilir ama bu olması gereken bir şeymiş gibi değiştirilmesi mümkün değilmiş gibi davranır. Büyülü gerçekçiliğin ne olduğuna dair aklınızda bir fikir oluştuysa gelin Kırmızı Pazartesi'ye geçelim.
Kırmızı Pazartesi
Kırmızı Pazartesi'nin konusu işleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin yine de kimse tarafından durdurulmadığı bir olay örgüsünü anlatmaktadır. Kitap genel olarak bireysel ve toplumsal düşünce yapımız, değer yargılarımız, kolektif kalıplar ve vicdani sorumluluklarımızı anlatmaktadır. Tabii bu bahsettiğim kavramlar olay örgüsü ile iç içe geçmiş bir şekilde bize sunulmuş. Ben ise bu olay örgüsünden bazı dersler ve anlamlar çıkararak yorumluyorum. Aslında sadece Kırmızı Pazartesi için değil. Birçok kitap için de bunu yapabiliriz. Zaten bunu başarırsak okuduklarımız iç dünyamızda bir yankı bularak bize faydalı bir hale gelebilir. Evet, olayın yaşandığı evren ve zaman farklı ama bugüne ve çağımıza uyarladığımızda elimize nasıl bir sonuç ulaşıyor? Kırmızı Pazartesi'nin bize çok uzak olduğunu düşünmüyorum. Kesinlikle çağımızdan ortak özellikler bulabilmek mümkündür. Ne yazık ki demeden de geçmek istemiyorum. Keşke suç ve suç unsurlarını normalleşmese ve böylelikle önüne geçilebilirliği biraz gelişmiş olsa.
Kitabın anlatım şekli olarak zaman kavramı çok önemli bir konumda. Önce geçmişten geleceğe doğru sanki bir geri sayım varmışçasına olayın yaşanacağı ana kadar ilerliyor. Bu da bence kitabı sürekleyici kıldığı için heyecan katıyor. Cinayete kurban gidecek kişi Santiago Nasar olsa da olayın geçtiği evrendeki birçok kişinin gözünden zaman olgusunu görebiliyoruz. Her karakterde ayrı bir şekilde anlatılmıştı. Bu noktada karakterlerden bize toplumsal düzen içindeki bireyin duyarsızlığı çok güzel kurgulanmıştı. Gerçekten de insan okudukça hayret ediyor. Neden engel olmuyorsunuz? Buradaki cevap bence kadercilik ve elden ne gelircilik. En önemlisi böylesine adaletsiz bir durumun normalleşmesi tabii ki. Henüz okuma fırsatı bulmamış olanları da düşünerek çok karaktersel derinliğe inmeyi düşünmüyorum. Ama şöyle bir temaları inceleyelim.
Vicdan olgusu: Toplumsal düzen içerisinde yaşayan bireylerin bir noktadan sonra bazı değer yargılarına sahip olması ve bu bağlamda bazı düşünce kalıplarına inanması. Örneğin, Kırmızı Pazartesi' deki temel nokta bir namus cinayetinin olağan karşılanması ve normalleşmesidir. Bu suçun da normalleşmesine olanak kıldığı için kimse bu noktada vicdani bir sorumluluk kabul etmiyor. Ama siz okuyucu olarak kabul ediyorsunuz. Tabii vicdani sorumluluklarınız varsa. Kitapta tam da bu işleve sahip.
Karakterlerin iç dünyası: Karakter bazında incelediğimiz zaman gerek Santiago Nasar gerekse ailesi ve diğer kasaba halkından ve bu suça engel olabilecek bireylerin suçun varlığından haberdar olmasına rağmen, kendileriyle bir iç hesaplaşma yaşamaları ve nihayetinde yine de bir eyleme yönelmemeleri, onların içsel savaşlarını oluşturmaktadır. Sadece Santiago'yu sevmektedirler. Evet, bir cinayete kurban gidecek ve adım adım o ana doğru yaklaşıyoruz ama yapacak pek de bir şey yok, inancına sahiptirler. Bu kalıplaşmış değer yargılarından ileri gelmektedir.
Toplumsal kalıplar: Toplumsal düzen içerisindeki bireylerde, yaşanan kolektifleşme sonucu, bireyler suça yönelse dahi suçun meşrulaştırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bunun sebebi aksini iddia edecek kimsenin olmaması olarak yorumluyorum. Belki korku ve endişe ya da sürünün parçası olma isteği buna sebebiyet veriyor olabilir. Bu noktada karakterler cinayetin suç olduğunu anlayabiliyor ama bazı düşünce kalıplarından dolayı olayın yaşanmasının önüne geçmek istemiyorlar.
Göründüğü üzere kitap toplumsal bir eleştiri içeriyor. Bu sebeple okunmasının çok değerli olduğunu düşünüyorum. Okuyanlar ise üzerine daha çok düşünmeli. Acaba biz Santiago Nasar için ne yapabilirdik? Peki, hiçbir şey yapamayacaksak sıra bir gün bizim Santiago Nasar olmamıza gelirse. O zaman kim bizim için ne yapacak? Okurken dahi düşündüren bir kitap. Bence okuyucuların da vicdanına sesleniyor. Ben okurken çok duygulandım. Yazarın amacı eğer farkındalık kazandırmak ve bir düşünce alevi oluşturmak ise bence bunu başardı.
Sizler ne düşünüyorsunuz? Okuyanlar yorumlarını paylaşabilirler.
Daha fazla kitap incelemeleri okumayı seviyorsanız bu yazı da hoşunuza gidebilir.
Daha önce okuduğum bir kitap. Güzel bir inceleme olmuş. Farklı kitaplarda paylaşacak mısınız?
YanıtlaSilMerhaba. Beğenmenize sevindim. Evet farklı kitaplar paylaşmayı düşünüyorum. Ayrıca dizi ve film incelemeleri de ilerleyen zamanlarda gelecek.
SilBende daha önce okudum. Okumayan herkese tavsiye ediyorum.
YanıtlaSilMerhaba. Beğenmenize sevindim.
SilHarika bir kitaptı. İnceleme tam yerinde olmuş. Ama Yüzyıllık Yalnızlığı okumadım. Acaba önce kitabı mı okusam yoksa dizisini mi izlesem?
YanıtlaSilMerhaba. Yazıyı beğenmenize sevindim. Bence önce kitabı okumanız daha güzel olacaktır. Ben henüz diziyi izlemedim ama başarılı olduğunu söylüyorlar. Yine de Marquez'i okumak bambaşka bir getiri sağlayacaktır.
Sil