İşe Yarar Bir Şey: Karakterlerin Duygusal Derinliği Üzerine


Uzun zamandır izlemek istediğim bu filmi sonunda izledim ve hayran kaldım diyebilirim. Zaten şiirsel ve duygusal bir yapıya sahip olduğum için etkilenmemem elden bile değildi. Onun için çok vakit kaybetmeden filmin üzerine yazmaya karar verdim. 
Karakterlerin hikaye içindeki rolleri ve kişilikleri beni çok etkiledi. Hepsi ile ayrı ayrı bir bağ kurduğumu söyleyebilirim. Filmin atmosferi ve enerjisi zaten muhteşemdi.
Karakterlerin ruh dünyalarına inerek duygusal derinlikli bir yazı yazmayı amaçladım. Zaten filme dair birçok yoruma çeşitli kaynaklardan ulaşabilmeniz mümkün. Açıkçası ben tamamen hissettiklerimi ve filmin neden izlenmesi gerektiği üzerinde durmak istiyorum.  Siz de eğer daha önce adını duymuş ama izleme fırsatı bulamamışsanız kesinlikle bu yazıyı okuduktan sonra filmi izleyeceksiniz. Yok, eğer izlediyseniz bu yazıyı okumak ve karakterlerin dünyasına tekrar bir yolculuk yapmak filme dair düşüncelerinizi pekiştirecek diyebilirim. 
O halde gelin bakalım, İşe Yarar Bir Şey filminin duygusal dünyasına inelim. Önce kısaca bir hikayeden bahsedelim. Sonrada karakterler bazında değerlendirmeler yapalım.

İşe Yarar Bir Şeyler Filminin Hikayesi
Hikaye bir tren garında başlıyor ve tren yolculuğunda ilerliyor. Trenin adı Mavi Tren. Ankara'dan - İzmir'e bir güzergah izliyor. Hikayenin asıl vurucu noktası tren İzmire vardığında gerçekleşiyor. 
Başrolde iki kadın var. Biri, Leyla diğeri ise Canan. Tren garında rastlaşıyorlar ve yolculukları orada başlıyor.
Leyla, avukat ve şair.
Canan ise hemşirelik öğrencisi olmasına rağmen konservatuara  giderek oyuncu olmayı hayal ediyor. 
Canan'ın taşıdığı bir sır var. Bu yüzden yolculuk boyunca oldukça düşünceli ve tedirgin. Leyla ise yol boyu gözlemler yapmakta, kitap okumakta ve kendi iç sesi ile konuşmalar yapmaktadır. Aynı zamanda bir öykü yazmaktadır.
Kısa bir süre içinde bu gözlemli ağa Canan da takılır ve nihayetinde sırrını açmak zorunda kalır. 
Erkek arkadaşının  yakın bir dostu yatağa mahkum felçli bir hastadır. Tam da bu nedenden ölmek istemektedir. Bunu kendisi yapamayacağı için yakın arkadaşından istekte bulunmuştur. En yakın dostu ise bunu yapmaya yeltense de duyguları ağır bastığı için pek başarılı olamamıştır. O yüzden iş Canan'a kalır ve bir hemşirelik öğrencisi olduğu için bunu kendi yöntemleri ile halletmek istemektedir. Zaten trene de bu sebepten binmiştir. Yolculuk biraz onun için karmaşık geçmektedir. 
Diğer yandan Leyla'ın trene binme amacı daha iyi bir nedenden kaynaklanır. 25 yıl önce mezun olduğu lise'den arkadaşları ile bir akşam yemeği yiyecektir. Yıllardan sonra ilk defa. 
Trene her ne kadar bu amaç için binmiş olsa da aslında Canan'ın amacına ortak olur. 
Tren İzmir'e vardığında ise bu isteği talep eden hastanın evine yani Yavuz yanına birlikte giderler. Tabii Leyla bir şair olduğu için burada tanınır.
Artık hikaye farklı bir noktaya evirilmeye başlar. Bundan sonra bizi güzel şiirler, anılar ve düşünceler karşılayacaktır. 
O halde gelin hikaye ışığında karakterleri inceleyelim. Tabii benim yorumumla beraber. 😊

Leyla: Kuytuda Bir Şair
Filmi izlerken Leyla ile derin bağlar kurdum. Sanki benim orta yaşlardaki temsilim olabilirmiş gibi. Dinginliğine ve sakinliğine bayıldım. Çok iyi bir gözlemci. Hayatı öylece köşesinden çok güzel izliyor. İnsanların yüzlerinden adeta benliklerini ve hislerini okumayı başarabiliyor. Bunun nedeni tabii ki, şiirsel bir ruhu olmasında gizli. 
Aslında avukat ama bu mesleğin pek de ona göre olmadığını biliyoruz. Onu asıl yansıtan şey edebi kişiliği. Bu da bence içindeki o boşluktan kaynaklanıyor. Belki de kendine bir yer edinme arzusu, kendi varlığına bir anlam bulmak için işe yarar bir şey yapma isteğinden kaynaklanmaktadır. 
O yüzden bu yolculuğa çıktı. Tam da bu sebepten 25 yıldır görmediği lise arkadaşlarını görmek istedi. Onların hayatından kendi halini izlemek istedi. Her nasıl olursa olsun muhteşem bir karakter.
İşte böyle bir ruh yolculukta Canan'ın hikayesine ortak olunca elbette yine işe yarar bir şey yapmak isteyecekti. 
Canan'ın tedirginliğine ve korkusuna bir çözüm bulmak istedi. Diğer yandan Yavuz'a bazı gerçekleri göstermek istedi. O yüzden onun için bir yarın daha, tam da ihtiyacı olan şeydi. 
Leylayı izlemek harikaydı. Zaten o dingin ruhuna ve şairliğine bayılmamak imkansızdı.

Canan: Tedirgin ve Narin Bir Ruh
Canan çok genç bir kız. Onun için tedirgin dedim ama aynı zamanda çabalayan bir ruh. Canan'ı da gençliğimin temsili olarak atadım. Böylelikle bu iki kadın karakterle hayatımı ilişkilendirmiş oluyorum. 
Hemşirelik öğrencisi ama bambaşka hedefleri var. Görünür olmak istiyor. Oyuncu olmak; tanınmak ve değer görmek istiyor insanlar tarafından. O yüzden şuan bulunduğu konumdan pek memnun değil. Bakınca aslında böylesine bir ruha göre hemşirelik ve insan sağlığı oldukça ağır gelmesi normal. Narin bir ruh o. Zarar vermek istemiyor kimseye ama şuan bunu yapmak zorunda olduğu bir görevi üstlenmiş. Ama bu görev onun için çok ağır. 
Yavuz'un talep ettiği bu görevi yerine getirmek için bu yolculuğa çıktı. Hem bunu yapmak zorunda hem de daha şimdiden vicdanı ile bazı hesaplaşmalar yaşıyor. 
Ben onun aynı zamanda çok merhametli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hayatın acımasızlığını anlamakta zorlanıyor. Leyla sanki onun içindeki bu merhameti daha da açığa çıkardı. Çünkü onla sohbet ettikçe ruhunun genişlediğini görebilmemiz mümkün. Kendini kandıracak sebepler arıyordu ama Leyla onu tek başına bırakmayarak yüküne ortak olmak istedi. 
Cananı izlemek de çok güzeldi. Masumiyetine hayran kaldım. 

Yavuz: Ölümü Tercih Eden Bir Adam
Bence bu iki güzel kadından bahsettikten sonra Yavuz açıklanması en zor olanı. Ama izlemesi de bir o kadar keyifliydi. Tabii buradaki rolü biraz alışılmışın dışında. Tam da bu yüzden oldukça etkileyici. Onun da şiirselliğine bayıldım. İnce ruhlu ve dingin. Bu noktada onu Leyla'ya oldukça benzettim diyebilirim. Zaten Leyla'nın şairliğini deneyimlemiş biri. Bu yüzden Onu görür görmez tanıdı. Ama hayatında bir gerçek var. O da hastalığı. 
Felçli bir adam olması onu bazı kararlar almak zorunda bırakmış. Bence filmin hikayesini bu denli etkili kılan şey onun almış olduğu bu ölüm kararı. Aynı zamanda bunu kendisi yapamayacak kadar da ürkek. Bu işi başka yollardan adeta ricalarla başkasına yaptırmak istiyor. Aynı zamanda sevilen de bir insan. 
Bu üçlünün aynı odada buluştuğu anlar o kadar keyifliydi ki, o yolculuğun böyle bir durakta noktalanmasına hayran kaldım. Yavuz'un hikayesi trajikomik bir hal alıyor. Sohbet'in bu ölüm kararının altında o kadar havadan sudan bir hale gelmesi şaşırtıcıydı gerçekten.
İşte tam da bu noktada Yavuzla çok güzel bağlar kurdum. Aslında ince ruhlu. Hastalığının getirdiği zorluklardan dolayı kimseye muhtaç olmak istemediği için bu kararı almış. Tabii bu durumun getirdiği varoluşsal sancılar da var. Hayata yabancılaşmış en önemlisi kendine. Yavuz çok güzel bir karakterdi. Hikayesi filmin temeliydi çünkü. 

Sonuç: Yolculuk ve Vardığı Durak
Karakterleri birbirinden muhteşem buldum. Özellikle Leyla ve Canan'ı. Birbirlerine o kadar uzak bir karakter olmalarına rağmen bu yolculukta ortak bir ruh olabildiler. 
Leyla kendi kuytusunda iken Canan ise tam bir görev insanıydı. Leyla dünyayı kendi şiirsel ruhu ile anlamlandırıyor. Canan ise gerçeklere odaklanmış bir biçimde hayatı eylem ve davranışları ile tanımlamaya çalışıyordu. Yavuza düşen görev bu iki ruhu ortak bir hikayede buluşturmaktı. 
Bu yolculuklar, karşılaşmalar, dahil olmalar ve tanınmalar ben de çok güzel izler bıraktı. 
Farklı temalar iç içe sunulmuştu. Ölüm, yolculuk, sorumluluk, geçmiş ve bir işe yarama arzusu. Adeta bu olgular filmin içinde dans ediyordu. Durum böyleyken kesinlikle izlenmeyi hak eden bir film olduğunu düşünüyorum.

Umarım bu yazım, sizin için işe yarar bir şey olmuştur. 😊














                       









Kendi Yolumuza Dair

Merhaba. Öncelikle sayfama hoş geldiniz. Bu sayfada yaşam yolculuğumuzu bize bir nebze olsa da kolaylaştıracak ve değerlendirecek içerikler yer almaktadır.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski