Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü.
Bu anlamlı gün yaklaşırken ve bugünleri yaşarken üzerine bir şeyler yazma isteği hissetim. Daha sonrasında bunun istekten ziyade bir gereklilik olduğu kanısına vardım. Çünkü söylenecek çok şey var. Tabii, yapılması gerekilen de...
Kadınlar günümüz kutlu olsun.
Dünya emekçi kadınlar günü bugün. Kadın emek verendir. Kadın çabalayandır. Kadın düşünen ve sevendir.
Kadın aynı zamanda emeğe layık olandır. Sevilmeye, değere ve çabaya.
Kadın vardır. Adı, sanı, kimliği, duyguları, değeri ve hayalleri ile kadın bir insandır.
Bu yazımda kadının kimliği ve varoluşu hakkında bir bakış açısı ile bugünü kutlamak istiyorum. En başta yazdığım gibi, evet söylenecek çok fazla şey var. En önemlisi de kadının tarihsel süreç içerisinde kendine bir kimlik yaratabilmesi tüm sınırlandırmalara rağmen ve kendine ait bir adı ve sanı ile var olabilme mücadelesidir.
Gelin bu konuyu biraz daha derinleştirelim.
Sadece bir isim değil
Varlığımız yalnızca sözcüklerle açıklanmıyor. O sözcüklerin altında yatan birçok değer var. Mesala o sözcük bize bir kimliğin ve varlığın yansıması.
Kadının adı fiziksel ve ruhani varlığının bir göstergesidir. Tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi. Bir tanımlama gereği duyduğumuz her şey gibi. Zaten her canlı tanımlanma ihtiyacı duyar.
Tarih boyunca bu durum kadınlar için pek de öyle olmadı. Kadının adı ve sanı tanımlanmadı. Onun yerine erkeğin gölgesinde adeta kendine yer edinmeye çalıştı. Birinin kızı oldu. Filancanın karısı oldu. Ama kendi adıyla çağrılmadı.
Tarihsel süreçte kadının mücadelesi kendi varlığının ispatı üzerine oldu. Çünkü önünde ki engeller sürekli yok saymalar ve ötekileştirmelerden oluşuyordu. Kadın ise sadece var olmak istiyordu. En doğal hakkıydı tabi. Çünkü zaten vardı. Yaşıyor, seviyor, acı çekiyor, düşünüyor ve istiyordu.
O da yazmak istiyordu mesela. Okumak, düşünmek istiyordu. Saygıyı ve kendi kimliği ile kabul edilmeyi arzuluyordu.
Fakat önündeki engeller onu aşağı görerek şunları söylüyordu,
Sen yapamazsın! Sen layık değilsin! Sana göre değil! Senin işin değil!
Fakat kadının işi neydi? Kadın işi...
Kim tanımlamıştı bunları? Kime yarıyordu bu düzen?
Kadın yine emek veriyor tükeniyor iken kimin içindi bu mücadele? Neden kendi benliği ile var olamıyordu mesela?
Sadece kendi coğrafyamız için değil kadın her yerde kadındı. Uygarlıkların genelinde kadın her zaman arka planda ve adsız bir şekilde yaşayıp gidiyordu.
Diğerini parlatmak için ışığından çalınıyordu. Hatta bunu çoğu zaman bir kadın başka bir kadına yapıyordu. Bunun sadece öğrenilmiş bir norm olduğunu düşünürsek kadından sürekli eksiltiliyor ve öylece gölgede bırakılıyordu.
Tanımlamanın gerekliliği
Sözcükler çok değerli. Bu sözcükler bizim düşünce yapımızı şekillendiriyor. Düşüncelerimiz eylemlere dönüşüyor. Eylemler ise yazgımız oluyor.
Sürekli bu sözcüklere maruz kalmak tutumları tetikliyor. Tutumların değiştirilmesi ise oldukça zor ve çaba istiyor.
Kadın.
Kadın dediğimde bile ki bu zamana kadar bu kelimeyi kullanmak çok zordu bazılarımız için. Çünkü beyinlerinde henüz bu kelime için pek yer ayırmak istemiyorlardı. Kadından gelen talebi reddediyor ve eski köye yeni adet çıkarılmasını istemiyorlardı. Fakat kadın artık kendisinin kim olduğunu biliyor. Kendi adını kendi koyuyor artık.
Kadın dediğimde aklıma çok güzel şeyler geliyor. Örneğin uçsuz bucaksız bir şekilde hayal ediyorum zihnimde onu.
Bir gün başarılı bir iş kadını. Bir gün güzel bir anne. Bir gün evi ve ailesini ayakta tutan süper güç. Bir gün kendi hayatı için mücadele eden bir savaşçı. Her gün kendini seven ve değerinin farkında olan bir varlık. Her gün gelişen her gün anlayan gittikçe kendi değerini öğrenen muhteşem bir canlı.
Ama hepsi aynı kişi. Kadın değil mi işte?
Evet, birbirimizden ayrı değiliz. Hepimiz o üzgün kız çocuğuyduk. Hepimiz o üzgün annelerin kızlarıydık. O anneler ki kabullenmiş ve tahammüle alışmıştı. Fakat biz kızlar anlıyorduk. Hepimiz bu günlere anlayarak ve farkında olarak geldik. Çünkü biliyorduk, her şey bir farkındalıkla başlar.
O halde sözcüklerin değerini bilerek, kendimizi olmak istediğimiz gibi tanımlayalım. Olmamızı istedikleri gibi değil.
Kendi adımızı koyalım. Biz kim olduğumuzu biliyoruz. Biz ne olmak istediğimize kendimiz karar veriyoruz. Bizim sınırlarımız sadece beynimizde. O halde o eski kalıpları bir kenara bırakarak bugün kim olmak istediğimizi düşünelim.
Kimliklerimiz
Tarih boyuna kadının kimlik mücadelesi bizim bugünlerimizi şekillendirdi.
Örneğin Kendine Ait Bir Oda. Virgina Woolf'un o güzelim eseri. Kadının kimliği ve adı üzerine oldukça önemli bir eserdir. Ki kendisi de kadın bir yazar olarak mücadele vermiştir.
O yıllarda birçok kadın yazdığı eserleri kendi adıyla yayınlayamadığı için erkek isimleri kullanmak zorunda kalıyordu. Birçok kadın erkek işi olarak görüldüğü için okuyamıyor, diploma sahibi olamıyor. Sonraki yıllarda ise diploma sahibi olduğu işlerde dahi çalışmasına izin verilmiyordu. Avrupa'da 1950'li yıllara kadar kadınlar oy kullanamıyor ve devlet işlerinde söz sahibi olmasına izin verilmiyordu. Günümüzde dahi ne yazık ki kadınların ikinci sınıf olarak bir canlı olarak görüldüğü ülkeler var. Kadın canının değersiz olduğu, kadının yaşam hakkının elinden alındığı, kadına işlenen suçların cezasız kaldığı ülkeler var.
Bu tamamen toplumun, kadının kimliğine olan bakış açısı ile alakalı. Bu yanlış düşünce kalıplarının ve sürekli devam eden eylemlerin sonucu.
Buradan bir kadın olarak şunu anlıyorum ki: Mücadele bitmedi, bitmeyecek. Tüm dünya kadınları bir ad, kimlik sahibi olana kadar devam edecek. Çünkü bizden önceki kadınlar bizim için mücadele etti. Bizde gelecekteki kızlarımız ve toplumumuzun huzuru için bunu yapacağız. Onlara bunu borçluyuz.
Her kız çocuğunun erkek kardeşi ile eşit haklara sahip olduğu bir dünyayı kuracağız ve yaşatacağız.
Kadınlar olarak önce kendi adımızı sahipleneceğiz ki adımız elimizden alınmaya çalışıldığında buna bir dur diyebilelim. Kendimizi ve sanımızı bilebilmek için.
Işığımız çalınmasın diye.
Diğer kız çocuklarının ışığı çalınmasın diye.
Hep birlikte parlamak için.
Kadınlar için.
Kadının adına ve sanına sahip çıkacağız.
8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun.