Tarih boyunca insanlar, yaşamış olduğu çağı, çağdaşlarını ve kendi konumunu sorgulayarak anlamlandırmaya çalışmıştır. Her ne kadar ünlü düşünür Ibn Haldun'un belirttiği gibi; "coğrafya kaderdir" olsa da yaşadığımız ve içine doğduğumuz çağ da yazgımızın bir parçasıdır.
Tarihsel süreçte dünya bugünlere gelene kadar çok farklı dönemlerden geçti. İnsanlar hayatta kalabilmek için buluşlar ve keşifler gerçekleştirdi. Veba gibi geniş kitleleri etkileyen hastalıklarla boğuştu. Savaşlar, depremler, yangınlar gibi büyük çaplı olaylar dünyanın yol haritasını değiştirdi. Bu değişimler ise insanların gelişerek dönüşmesinde aracı oldu.
Çeşitli meşguliyetler ile hayata tutunmayı öğrendik. Edebiyat, sanat, müzik gibi araçlar ile kendimizi ifade etmeye çalıştık. Bilimde ilerledik. Hastalıklara çareler bulduk. Bizi ve ruhumuzu yansıtan yapılar inşa ettik. Teknolojiyi geliştirdik, uzaya çıktık. İletişimimizi kolaylaştırmak için telgraf, radyo, akabinde ilerleyerek televizyon ve internet ağını geliştirdik. Bilişim çağını başlattık. Ulaşımda uzun mesafeleri kısa sürede almamızın önünü açmak için yollar, köprüler, ray sistemi ve havayolları inşa ettik. Ama tüm bu değişimlere rağmen hiç bir çağ 21.yüzyıl insanı kadar hızlı dönüşümler yaşamadı. O halde gelin bu bilgiler ışığında 21.yüzyıl insanına değinmeye çalışalım.
21.yüzyıl insanının hayatını biçimlendiren en önemli olgu teknolojidir. Teknoloji, hayatımızı kolaylaştırmasının yanında bizim diğer insanlarla etkileşimimizi ve kendimizle iletişimimizi farklı boyutlarda etkilemektedir. Dijital dünyada her şeye kolay ve hızlı bir şekilde ulaşabiliyoruz. Bu kolaylık bizi gerçek hayatta tahammülsüz yapıyor. Daha az çaba ile daha hızlı sonuçlar almak istiyoruz. Ama gerçek hayat için bu durum neredeyse imkansız. Bu bağlamda diğer insanlarla iletişimimiz, onlara bakış açımız yüzeysel bir hal almaya başlıyor. Nihayetinde içimizdeki dünya ile de bu durum çeliştiği için yalnızlığa doğru itiliyoruz. Evet, 21.yüzyıl insanını yalnız bir insan olarak tanımlayabiliriz.
Dijital dünyada da gerçek dünya da olduğu gibi bir kimlik ile varlığımız anlam buluyor. Bu iki kimlik bazen birbirinden farklı da olabiliyor. Aynı zamanda dijital dünya gerçek kimliğimizden utanç duymamıza da neden olmakta. Söz konusu utanç, bizim içsel bunalım yaşamamıza yol açarak bizi kimliğimize karşı yabancılaştırıyor. Ama bu görüşün aksine çoğu kişi, dijital dünyanın bizi diğer insanlarla ve durumlarla daha da yakınlaştırdığını savunuyor. Tabii ki bakış açımıza göre bunu söylemek de mümkün. Dijital dünya sayesinde geniş kitlelere ulaşabiliyoruz. Belki hem yakın hem uzağız birbirimize.
Dijital dünyanın gücü ile beraber farklı kişiliklere bürünebileceğimizden bahsetmiştik. Buradaki temel amacın kendimizi ifade etmekle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bazen gerçek hayatta olmak istediğimiz kişilikleri ve değeri elde edemiyoruz. Ama sosyal medyanın avantajlarından biri, bize bu fırsatı vermesi. Bunu gerçekleştirebileceğimiz bir çok mecra var. Kendimizi en iyi nasıl ifade edebileceksek o mecrayı kullanabiliyoruz. İşte burada bir kimlik karmaşası baş gösteriyor. Çünkü her şey sosyal medya da başlayıp orada bitiyor. Bunu gerçek hayata ya hiç ya da çok sınırlı bir şekilde taşıyabiliyoruz. Bir noktadan sonra gerçek kimliğimizin aksine adeta dijital kimliğimiz için yaşar hale geliyoruz. Dijitali gerçek hayata, gerçek hayatı dijitale dönüştüremediğimiz için kimlik bunalımları yaşıyoruz.
Toplumsal düzeyde kabul görebilmemiz için sosyal medya'da ekstra çaba gösterebiliyoruz. Daha güzel, daha mutlu, daha zengin, daha iyi bir hayata sahipmişiz gibi. Sürekli kanıtlama çabası bizi yorabiliyor. Halbuki kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değiliz. Tabii burada bunu sırf saygı görmek için yapmıyorsak ve bundan tatmin duymuyorsak.
Ünlü iletişim kuramcısı Marshall McLuhan'a göre; "Dünya küresel bir köy haline gelmiştir". Artık dünyanın diğer ucu bize o kadar da uzak değil. Aynı anda farklı deneyimler edinebiliyoruz. Bu 21.yüzyıl insanı için olumlu olabilir. Ama aynı zamanda kendi kimlik ve geleneklerimiz geri planda kalabiliyor. Tabii popüler kültür tekrar önümüze çıkarmazsa.
Farklı kültürleri görüyoruz. Onların dilleri, şarkıları, yemekleri, kılık- kıyafetleri ve hatta düşünce tarzları dahil. Burada da yine hızlı değişimlere hem bedenen hem zihnen uğruyoruz. Farkında olmadan bu hızlı değişimler bizi tüketebiliyor. Çünkü zaten biz de onu tüketiyoruz. Aşırı tüketilen her şey anlamını yitirerek yüzeyselleşiyor. Diğer yönden mevcut hayatımız o kadar ışık hızında ki bir şeyleri durup anlamaya vakit bulamıyoruz. Halbuki insan anlamaya ve anlamlandırmaya muhtaçtır.
Dijital dünyanın getirmiş olduğu bir tüketim kültürü olduğunu kabul edebiliriz. Aslında tüketim çılgınlığı olarak belirtirsek daha doğru olur. Hepimiz ister istemez bunun bir parçasıyız. Evet ihtiyaçlarımız var, zorunlu olarak tüketim metalarına sahip olmamız gerekebiliyor. Ama çoğu zaman zorunluluklar dışında sadece tüketmek için de tüketebiliyoruz. Peki, sistem bize bunu nasıl aşılıyor? Birincisi moda ile ikincisi değer görebilme arzusu. Moda bizi sürekli yeni ve iyiyi tüketmeye zorluyor. Tüketmeyi reddedince ise gelişmelerden geri kalmış oluyorsunuz. Hatta çoğu zaman ne yaparsak yapalım yetişemiyoruz bile. O kadar hızlı değişiyor ki ne yaptığımız, neyi, neden tükettiğimizi anlayamayabiliyoruz. Değer görme arzusu ise tamamen saygınlık için tüketmemize yol açıyor. Başkalarının sahip olmadığı metalara biz sahip olduğumuzda kendimizi ayrıcalıklı olarak görebiliyoruz. Tüm bu metalar bize tatmin sağlıyor ama yüzeysel. Daha az meta ile yetinmeyi unutuyoruz. Aslında kendimizi hep en iyisine layık görmemizden kaynaklanabilir. Evet, herkes iyiye ve güzele layıktır. Ama aşırıya kaçmak, sürekli koşmak ve yetişmek zorunda kalmak 21.yüzyıl insanını tüketebiliyor.
Tüm bu karmaşıklıklar nihayetinde 21.yüzyıl insanını bir anlam arayışına itebiliyor. Aslında ben de bu insanlardan biriyim diyebilirim. Bu bloğu da o yüzden açtım ve bu yüzden yazıyorum. Anlamımı bulmak için. Hepimiz farklı uğraşlar ediniyoruz. Edebiyat, kültür, sanat... Hepsi ruhsal arayışımızın bir parçası diyebilirim. Ama yine de bu anlam arayışını da dijital 'de arıyoruz. Geleneksellik sıkıcı ve monoton gibi görünüyor bizlere. Aslında dikkatli bakarsak gelenekselde de kendimizi bulabiliriz. Çoğumuz geleneksel ile dijitali birleştirmeye başladık. Son zamanlarda sosyal medyada karşıma sıkça çıkan o güzelim kırsaldaki köy evleri, manevi hayatın konusu ile ilgili paylaşımlar bu birleşim ile bağlantılı diye düşünüyorum. İkisinden de kopamıyoruz. 21. yüzyıl insanının kimlik bocalaması da tekrar nüksetmeye başlıyor.
Siz ne düşünüyorsunuz? Yazı ile ilgili yorumlarınızı paylaşabilirsiniz.