Şu sıralar hayatımın arka fonunda hafif tonda bir müzik
çalıyormuş gibi hissediyorum. Tatlı bir piyano esintisi örneğin. Arada bir, çok
az yükselip geri aynı tınısına kavuşuyor.
Ben de öylece bu ezgiyi dinliyorum. Hiçbir şey yapmıyorum
diyemem, yapıyorum, ama aklım sadece o ezgi de.
Bazı zamanlar bu tını beni anlatıyormuş gibi hissediyorum.
Bazı günler olmam gereken insana vurgu yapıyor, ona özlem duymama sebep oluyor.
Bazen de düşünüyorum bu tatlı tını benim düşüncelerim mi acaba? Hayatımın bazı
dönemlerinde yüksek desibelli ve hangi dilde olduğunu anlamadığım o arka fonlarla
da yaşadım. Onu gerçeklik sanıyordum. Sonra zaman geçti ve düşüncelerim
hafifledi. Hayat yavaşladı. Tınılar da bana uymaya başladılar.
Son günlerde zorlamıyorum hiçbir şeyi. Olması gereken bu
diyerek geçiyorum usulca yanından. Her şeyin yanından yürüyüp geçmeyi öğrendim
ya. O tınılarda bana böyle hissettiriyor işte.
Kimi zaman diyorum ki şu tınıyı herkes duysa. “İşte, bu sensin,”
dese. “Sana yakışan dinginlik bu, ”dese. Ne muhteşem olurdu. Çünkü bana yakışan
bu biliyorum. Ama hayatta dış faktörler de var. Ben de onlara dönüp desem ki; “Sizde
kendi tınınızda ve kendinize yakıştığı gibi olun.”
Ne değişir peki? Herkes yoluna gitmesi gerektiğini öğrenir.
Hiç değilse ötekinin yolundan çekilir.