Kopuşlar bazen iyi hissettiriyor. Çünkü bitmesi gereken
bitiyor ve hayatımızda yeni güzellikler için kapı açılıyor. Her kopuş kayıp
değildir. Bazen senin cesaret edemediğine kaderin fırsat tanımasıdır.
Kopuşlar benim için daima hüznü yansıtırdı. Ama artık farklı
düşünüyorum. Neden hüzün olsun ki? Sonuçta bu da hayatın bir parçası.
Sonbaharda yapraklarını döken ağaçları düşünüyorum.
Neredeyse çıplak dallarına kadar yitiriyorlar kendilerinden. Sonra apansız deli
bir rüzgâr onları sarstıkça sarsıyor. Karlar yağıyor mesela, o eskiden yemyeşil
olan dallarına. Fakat zaman geçtikçe görüyorum. O sadece yaşaması gerekeni
yaşıyor. Farklı zamanlarda farklı biçimlere bürünüyor. Ne için peki? Hayatta
kalabilmek için. Bugün yaşadığı kopuşlar, yaşam döngüsünün bir parçasını
oluşturuyor. Bir gün cemre düşüyor ve ilkbahar geliveriyor. Tekrardan yeşeriyor
o çıplak dallar. Sanki bunca kaybı yaşamamış gibi yeniden çiçekleniyor ve
kendine hayran bıraktırıyor.
İşte, bazı kopuşlar böyle. Olması gereken oluyor. Gitmesi
gereken gidiyor. Hepsi bir döngüde kendi rolünü oynuyor. Aynısını kendi
hayatlarımız için düşünmekte mümkün. Kopuşlar hep var. Olacakta. Ama onu büyük
kayıplar olarak ele almak bizi daha yıpratıcı bir duruma düşürüyor.
Bazen sadece alışkanlıktan bana ait olmayan şeylere sıkıca tutunduğumu
hissediyorum. Bazen de çaresizlikten. Ama bana ait olmayan her zaman uzağımda
duruyor ve yanlış hissettiriyor. Bu da bir kopuş galiba. Yaşanmamış olanın
yitirilmesi. Çok ilginç değil mi? Aslında her şey bir ihtimal. Gerçekleşene
kadar bir düş.