Bu yazımda sizlere Amerikalı yazar Jack London'un ünlü eseri Martin Eden romanı üzerine analizde bulunacağım. Sosyal medyanın da nabzını tutarak diyorum ki; çoğunluk bu kitabı okumuştur. Hiç değilse adını ve konusunu biliyordur. O yüzden farklı açılardan hikayeyi ele alarak analiz etmek istiyorum. Böylelikle daha önce okuyanlar için tekrar niteliğinde olur ve düşünce fırtınası yapmış oluruz. Okumayanlara da teşvik için güzel sebepler sunabiliriz.
Martin Eden, Jack London'ın 1909'da yayınlanan kitabı olmakla beraber aynı zamanda yarı otobiyografik eser kategorisindedir. Yani bu demek oluyor ki; Martin Eden'in hikayesi bize Jack London'ın hayatından bazı izler de göstermektedir. Gerek toplumsal görüş gerekse de baş karakterin mücadelesi bizi Jack London'ın hayat macerasına götürmektedir. O yüzden okunmaya değer olduğunu düşünüyorum.
Aslına bakılırsa her kitap yazarının hayatına bir nebze olsa da ayna tutar. Çünkü eser yazarın bakış açısından, bulunmuş olduğu toplumsal sınıftan ve dünya görüşünden ayrı düşünülemez. Jack London'ın eserlerinde ise bu bariz bir şekilde hikayenin konusu olmaktadır. Toplum içindeki farklı sınıflara ve yaşantılarına eserlerinde sıkça yer vermektedir. Ama bu yazının konusu Martin Eden. Gelin kitaba geçmeden önce yazardan bahsedelim.
Jack London
Jack London asıl adı, John Griffith Choney. 1876 yılında San Francisko'da dünyaya gelmiştir. Henüz çok küçük yaşlarda olmasına rağmen okulunu yarıda bırakarak maceracı bir hayatı benimsemiş ve denizlere açılmıştır. Sonraki yıllarda ortaöğrenimini tamamlamış, California Üniversitesinde eğitimine başlamış olsa da okulu tekrar yarıda bırakmıştır.
Jack London Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri haline gelmiştir. Eserlerinin teması genel olarak realizm odaklıdır.Toplumsal sorunlara sıkça değinen London, insanın yaşam mücadelesini kendi hayatından elde etmiş olduğu bir bakış açısı ile okuyucuya sunmaktadır. Diğer yandan eserlerinde doğallık da ön plana çıkar. Dünyayı ve tabiatı olduğu gibi saf hali ile aktarmaya çalışmaktadır.
Kendi hayatı da macera içinde geçtiği için eserleri adeta bir serüven tadındadır. O yüzden eserlerinde yer verdiği sınıf mücadelesi ve toplumsal sorunlara rağmen okuyucuyu sıkmadan eserde tutabiliyor. Karaketerler devamlı olarak bir çaba içinde dünya işleri ile uğraşmaktadır. O sırada zaman ise farklı ve öngörülmez bir akış ile karakterin etrafında akıp gitmektedir. Fakat karakterler tüm bunlara rağmen güçlü bir duruş ile zamana yetişme, zamanı yenme yazgıyı aşma mücadelesini elden hiç bırakmamaktadır.
Eserler ağırlıklı olarak doğa ve insanın mücadelesi üzerine kurulmuştur. En önemli eserlerine örnek olarak; Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş, Martin Eden, Kurdun Oğlu ve Demir Ökçe'yi gösterebiliriz.
Jack London henüz daha 40 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Genç yaştaki ölümüne rağmen üretken ve çalışkan bir yazar olduğu için arkasında çok fazla sevilen eser bırakmıştır. Eserler hala günümüzde bile dünya çapında büyük ilgi görmektedir. Özellikle Martin Eden'in, Türkiye'de okuyucular tarafından sevildiğini görebiliyorum. Eserlerin bu kadar değer görme sebebinin, doğa ve insan mücadelesi, toplumsal sınıf içerisindeki insanın yazgısını aşma çabasını aktarması olduğunu düşünüyorum. Çünkü okurken etkilenmemek mümkün değil. Konular size asla sıkıcı gelmiyor. Olay örgüsü ise hızlı ve anlaşılır bir şekilde öylece akıp gidiyor. Hikayelerin oldukça akıcı bir anlatımı var. Ben henüz sadece üç kitabını okudum. bunlar; Martin Eden, Cinayet Şirketi ve Ateş Yakmak. Üçü de birbirinden güzeldi. Umarım ilerleyen zamanlarda diğer eserlerini de okuma fırsatı bulurum. 😊
Şimdi gelelim Martin Eden'e ve detaylarına.
Martin Eden
Martin Eden, romanın ana karakteri olması ile beraber işçi sınıfından olan hayat tarzı ile entelektüel bir evrim geçirdiği yaşam mücadelesini konu edinmektedir. Martin aslında bir denizcidir. Denize açılmadığı zamanlarda çeşitli işlerde çalışmaktadır. Bulunmuş olduğu sınıf ise maddi olarak alt bir katmanda olduğundan dolayı kendisini eğitimsel anlamda geliştirmeye pek fırsat bulamamıştır. Tabii Martin de hikayenin başında onlardan biridir. Bu durum ta ki aşık olduğu kız olan Ruth'a rastlayıncaya denk sürer. Aslında konu sadece Ruth değil. Ruth'un ailesi ve bulunmuş olduğu sınıf ile ilgili. Martin'i bu sınıfta etkileyen en önemli şey ise edebiyat olmaktadır. Ruth ve ailesinin evine gittiğinde gördüğü o büyük kütüphaneden ve kitaplardan o kadar etkilenmiştir ki artık o noktada kendi sınıfına yabancılaşmaya başlamıştır bile.
Sadece kütüphane değil; ailenin konuşma, yemek yeme ve düşünme tarzı gibi unsurlar adeta Martin'i hayran bırakmıştır. Onların yanında kendi hayatını ise çok bayağı ve ilkel görmeye başlamıştır.
Martin hem Ruth'a duyduğu aşkından hem de Ruth'un sınıfına duyduğu hayranlıktan dolayı artık kendini geliştirmeye başlamıştır. Bunu yapmak için önce kitaplara başvurmuş ve daha önce hiç okumadığı kadar kitap okumaya başlamıştır. Daha sonrasında ise o kitaplara da hayran olmuş ve benzerlerini yazabilmek için mücadele etmiştir. Tabii kolay bir süreç olmayacaktır. Çünkü bulunduğu sınıftan dolayı maddi kaygıları olduğu için geçim derdindedir. Diğer yandan okudukça ve kendini geliştirdikçe ait olduğu sınıfla arasındaki bağ gitgide kopmaktadır. O yüzden ilerledikçe bir yalnızlığa gömüldüğünü görürüz. Adeta iki sınıf arasında arafta kalmıştır. Ruth'a olan aşkı da işleri daha da zorlaştırmaktadır.
Romanın ana bileşeni bence sınıfsal olgular etrafında oluşturulmuş. Her zaman ilgi gören şu; zengin kız fakir oğlan hikayesi vardır ya, işte bu romanda bize biraz bunu yansıtıyor. Ama Martin oldukça çalışkan bir gençtir. Hırslıdır. Her zaman daha iyisi olmak istemekte ve bu sınıfa karşı içinde bir saygı beslemektedir. Elbette Martin kendi sınıfını küçümsemez ama daha iyi bir yaşam olduğu fikri her zaman aklının bir köşesindedir.
Hikayeye şöyle bir baktğımızda Ruth ve ailesinin burjuva sınıfından olması Martin'in ise alt sınıftan bir işçi ve denizci olması bu iki aşığın aralarında bir engel oluşturduğunu görmekteyiz. Martin, Ruth'a aşıktır ama Ruth da Martin den hoşlandığı halde sınıfsal çatışma nedeniyle bir ikilem yaşamaktadır. Tabii bunda Ruth'un ailesinin de etkisi vardır.Martin'i küçümser ve aşağı görür bir tavır içerisinde oldukları için Ruth'a engel olmaya çalışmaktadırlar. Bu durum Martin'in sınıfsal yükselişine kadar devam eder.
Martin artık hayalini kurduğu şekilde mücadelesini kazanmış ve sınıfsal olarak yükselmiştir ama artık o noktadan sonra işler düşündüğü gibi gitmez. hem geldiği hem de vardığı yer arasındaki uçurum hem de artık mesubu olduğu sınıf ona o kadar da saygı değer görünmemektedir. Geçmişe yabancıdır, geleceğe de o kadar yakın sayılmazdır artık. Bu noktada Martin'in bunalım ve psikolojik çöküşünü görmeye başlamış oluyoruz. Bu aslında belki bize tanıdık gelebilir. Hani o kadar istersin ve ulaştığında artık o canlılığını yitirmiş olur ya. İşte Martin'in durumu da böyle oldu. Ulaşmayı başardığından mı yoksa yolda mücadele etmekten çok yoruluğu için mi bilmiyorum ama Martin artık bir sınıfın parçası değildir. Derin bir yalnızlığa gömülmüştür. Onu anlayan ve hak veren kimse de yoktur artık. Herkes gözüne bencil ve sıradan görünmeye başlamıştır.
Martin'in aşka olan bakış açısı da değişmiştir. Ruth'a olan sevgisi onun çabasının en büyük gerekçesiyken şimdi Ruth'un ona yabancı biri olarak görünmesi aşkını da sorgulamasına neden olmuştur.
Bu açılardan bakıldığında Martin Eden hem bireyin sınıfsal mücadelesini işleyen hem de insan değerinin toplumsal sınıf ve maddiyat ile ölçüldüğü bir anlayışın eleştirisi olmaktadır.
Kitabı başarılı kılan özellikleri işte bu şekilde açıklamak mümkündür. Başarı olgusunun her zaman mutluluk ile değerlendirilmediğini Martin Eden'in hikayesi ile bir kez daha anlamış oluyoruz.
Eser tüm bu özellikleri ile kesinlikle okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer.
Sizler ne düşünüyorsunuz?
Çok seviyorum Martin Eden'i.
YanıtlaSil